Yaşlı Olmak Nasıl Bir Şey
Birkaç gece önce televizyonum açık uyuduktan bir süre sonra bir reklamın başlamasından hemen önce bir cümlenin bir parçasına uyandım: “… genç insanlar yaşlı olmanın nasıl olduğunu merak ediyorlar.”
Uyku benim için çok kırılgan bir şey kolaylıkla kaybolur dolayısıyla TV’yi kapattım ve bir kez daha uykuya daldım.
Ertesi sabah uyandığımda, “genç insanlar yaşlı olmanın nasıl olduğunu merak ediyorlar,” cümlesi kafamda dolanıp duruyordu ve ben şimdi uygun birkaç düşünceyle birlikte siz sevgili okuyucularıma kafamdakini boşaltıyorum.
20 ya da 30 ya da 40 ya da seçtikleri hangi yaş olursa olsun kendilerini o zamandakiyle aynı hissettiklerinde israr eden yaşlı insanlar var. Her ne kadar bundan önce sesli olarak söylemediysem de onlara inanmıyorum.
Eğer bu doğru olsaydı yaşamlarının onlarca yılında hiçbir şey öğrenmemiş olurlardı. Ve dünyaya bakışları 20lerindeki gibi olurdu. Hiçbir kalp kırıklığı, kontrolsüz neşe yaşamamış olurlardı ve hala gençliğe özgü öz-şüpheleriyle kafaları karışık olurdu ve seçimlerini söylemede hiç bir deneyimleri olmazdı.
Ve bu, olasılıkla, doğru da olamazdı. Kuşkusuz yaşlılık gençlikten farklı ve olmalı da. Yaşlılığın anlamı bu.
O cümle parçasını dikkate alırkenki kendi bazı meraklarım: belki de can alıcı kısmı kaçırdım çünkü gençlerin yaşlı olmanın nasıl bir şey olduğunu fazla düşündüklerini sanmıyorum. 50 yaşlarımın içine kadar ben bu konuda herhangi bir ciddiyetle düşünmedim.
Bunu hatırlamak beni Penelope Lively’nin 2013’de yazdığı Balıklar ve Ammonitlerle Dans Etme adlı anı yazısındaki bir düşünceye götürdü:
“…yalnızca yirmilerinizde ya da otuzlarınızda hissetmenin nasıl bir şey olduğunu biliyor (biraz puslu olsa da) aynı zamanda da neyin geleceği konusunda da göreli bir kayıtsızlığı hatırlıyorsunuz.
“Siz yaşlanmayacaksınız, kuşkusuz, gençken. Asla yaşlı olmayacağız, çünkü bir bakıma yaşlı olmanın nasıl bir şey olduğunu hayal edemiyoruz, aynı zamanda istemiyoruz da ve özel olarak bununla ilgilenmiyoruz.”
Lively açıklamaya devam ediyor buluğ çağlarında annesinin yerini tutmuş olan 70lik büyük annesiyle çok zaman geçirdiğini:
“Kendimi ona adamıştım,” diye yazıyor, “ancak o olmanın nasıl bir şey olabileceğini düşündüğümü hiç hatırlamıyorum. O, yalnızca değiştirilemez, değiştirilmeyen… di.
“O olmanın nasıl bir şey olduğunu hiç düşünmedim, aynı şekilde, onu o olmanın dışında düşünmedim, sanki yaşama o olarak fırlatılmış, hiç genç olmamıştı.”
Her ne kadar Penelope ilginç bir yazarsa da yaşlanmanın bütün yönleri konusunda onunla hep aynı fikirde değilim. Ancak bu konuda sanırım o doğru.
Ben kendimin genç olduğum zamandaki -okul zamanları ve yirmilerim- düşünce yapımı hatırlamak için çaba sarfederken kendi yaşımdaki yaşlı insanları düşünürken şaşırdığımı hatırlıyorum. Çocukluklarındaki olaylardan konuşurlarken, onları genç olarak hayal etmek benim için imkansızdı.
Bence Lively’nin onların her zaman, o halde, orada olduklarını söylemesi aynen benim hissettiğim gibiydi. Ve biz yaşlıların genç insanları bir zamanlar onlar gibi olduğumuza ikna etmeye çalışmamız gerektiğini sanmıyorum. Bizim gibi onlar da bunu zamanla algılayacak.
İşte size Lively’nin söylediklerinin bana hitap edenlerinden biraz daha:
“Belli arzular ve güdüler gidiyor. Ancak kalan etkilenme. Ben dünya için her zaman olduğum kadar canlıyım, gördüğüm, işittiğim, hissettiğim…. Her şey için.
“Sanırım tümüyle bir değişim var, yaşlılıkta –duyarlılıkların bir metamorfozu. Şimdi yumuşamış olan eski güçlü yaşam sevinciyle başka bir şey geliyor –hala içinde olduğunuz dünyanın oldukça zevkli bir beğenisi.
“Bahar hiçbir zaman böyle canlı değildi; sonbahar asla böyle zengin bir altın… değildi. İnsanlar hep ilginç –caddede gözlenenler, bir otobüste işitilenler.
“Küçük zevkler tat çıkarma noktasına çiçek açtı –yiyecekler, gazeteyi açmak, bir duş, yatağın konforu.
“Çocukluk deneyimlerinin yoğunluğuna – dünya henüz yeniyken- hemen hemen bir tür oyun sonu selamı gibi.”
Bugünlerde benim için de tamamen böyle.
http://www.timegoesby.net/weblog/2014/05/how-it-is-to-be-old.html
~ Schopenhauer
Bir cevap yazın