Şişmanlık Savaşında Ölümcül Bir Mücadele
Zombileri Yok Etmek
Yaşlandıkça, dokularımızda ölmeye dirençli hücrelerden meydana gelen ve giderek büyüyen bir koleksiyon yapmaya başlarız. Bu, kanseri önlemek için sahip olduğumuz biyokimyasal programın bir parçasıdır. Kansere dönüşme potansiyeli taşıyan hücrelerin etkinliklerini soruna yol açmalarına izin vermeden kapatmak. Ne yazık ki, bu hücreler sessiz ve zararsız kalmak yerine, yolundan sapmış kimyasal sinyaller vasıtası ile etraflarındaki dokulara zarar vermeyi başarırlar. Fakat yeni hedef gözeten kanser tedavileri dünyasından bir örnek almak suretiyle bu yaşlı hücreleri resmin dışına atmak için güvenli, etkin yöntemler geliştirmeyi başarabiliriz.
Şimdiye kadar anlattıklarımın çoğu, hücrelerimizde ve onların bileşenlerinde meydana gelen belirli hasar türleri ve bu hasarı geriye çevirmek veya zararını ortadan kaldırmak sureti ile hücrelerimizin ve dokularımızın işlevselliklerini tekrar geri kazandırabileceğimiz ile ilgiliydi.
Fakat yaşlanan vücutta bazı durumlarda öylesine hasar görmüş hücreler birikmeye başlar ki, bunlar sadece vücudun ekonomisine katkıda bulunmaya son vermekle kalmaz, aynı zamanda kendilerini destekleyen sistem için toksik olmaya bile başlarlar.
Bağışıklık sisteminin çöküşü, yaşlanmanın en öldürücü etkilerinden biridir. Genç insanların basit bir can sıkıntısı olarak silkinip kurtulduğu mikrop kapmalar, biyolojik açıdan yaşlı olanlar için yaygın olarak öldürücüdür. Örneğin grip her yıl 114.000 Amerikalıyı hastaneye yatırır, grip ve bağlantılı hastalıklar, her yıl 51.000 kişinin hayatına mal olur. Fakat hastalığın yükünde, daha önce yaşlılığın yıkımına uğramış olan kişilere doğru dramatik bir yönelme mevcuttur. Gripten ve grip bağlantılı zatürreden kaynaklanan ölümler yetmişinci yaşa kadar olan yetişkinlerde hemen hemen hiç görülmemekte iken, bundan sonra katlanarak tırmanmakta. ABD’de bu iki hastalıktan kaynaklanan ölümlerin yüzde 90’dan fazlası, altmış beş yaş üzerindeki kişilerde görülmektedir.
Elbette, aşılama yolu ile bu ölüm sayıları üzerinde bir şeyler yapabilirdik. Fakat çok da fazla değil. Genç yetişkinlerin yüzde 10’una karşın, yaşlıların yüzde 30 ila 75’i grip aşısına yanıt vermez. Bazen yanlış grip mikrobuna karşı aşılama yaptığımızı, böylece aşılamanın başarılı etkisini dahi sınırladığımızı buna ekleyin. Fakat gençlerin en küçük bir problem yaşamaksızın üzerlerinden atıverdikleri enfeksiyonlara karşı bir savunma hattı kuramayışımızın altında yatan en belirgin – ve beklenmeyen – etmenlerden biri, ister inanın ister inanmayın, bir tür bağışıklık kalabalıklaşmasıdır.
Bağışıklık sisteminin iki ana kısmı vardır.
Bunlardan biri doğal bağışıklık sistemi olarak adlandırılır ve doğallığı, görevinin belirli bir düşmanı tanımlamayı öğrenmesini gerektirmeyecek kadar genel olmasından kaynaklanır. Görevi, askerden arındırılmış bölgede devriye gezen, düzeni korumaya çalışan fakat düşmanın kimliğinden emin olmayan, karşılaşabilecekleri şüpheli görünen her şey ile çatışmaya hazır durumdaki muvazzaf askerlerin görevine benzer. Görünüşe göre doğal bağışıklık sisteminde yaşlanmaya bağlı olarak çok az değişiklik meydana gelir ve görüldüğü bildirilen değişiklikler de, yaşlanmanın ve yaşlanma bağlantılı hastalıkların diğer yönlerinin ya da vitamin veya mineral eksiklikleri gibi, biyolojik yaşlanmanın sonucu olmayan, fakat yaşlılarda yaygın olarak karşılaşılan etmenlerin sonuçları gibi görünmektedir.
Diğer ana kısım ise, edinilmiş bağışıklık sistemidir. Edinilmiş bağışıklık sistemi, çok iyi eğitilmiş, her biri belirli düşmanlara karşı hedefli, taktik açıdan gelişmiş saldırılar yapabilecek bir özel kuvvetler tümenine daha çok benzer. Bu dal, bağışıklık sisteminin saldırganlar hakkında bilgi edinmesinden ve dolayısıyla aşıların etkinliğinden sorumludur.
İnsanlar için gen tedavisi hala epeyce deneysel bir aşamadadır, fakat bu konuyu tam olarak öğrenmemizin açıkça bir zaman meselesi olduğu bellidir. Doğuştan gelen hastalıklara karşı tedavi bulma gereksinimi ve (sadece bir kısmının adını verecek olursak) romatizmal eklem iltihabı, travma, diş dokusu mühendisliği ve AIDS gibi geniş bir alana yayılmış tıbbi meydan okumalara karşı gen tedavisinin taşıdığı potansiyel yarar, onu tedavi cephaneliğimize eklemek için gerek duyulan temel ve klinik bilime itiş gücü sağlamaktadır.
Şişmanlık Savaşında Ölümcül Bir Mücadele
Bu değişiklik, en aşırısı kendisini tam gelişmiş Tip II (yetişkinlikte görülen) diyabet olarak gösteren bir dizi tehditkâr metabolik değişime yol açar. Ayrıca, yangı sinyal moleküllerinin aşırı şekilde üretilmeye başlaması nedeniyle, yaşlı insanların vücudun içeriden yavaş yavaş yandığı daha yangısal bir duruma girdiği de, yaygın bir inançtır.
Harcadığınız kalorilerden daha fazlasını alırsanız, vücudunuz onları çöpe atmaktansa saklamayı tercih eder. Bu, evrimin yoldan çıkması değil, bir hayatta kalma stratejisidir. Çok yakın zamanlara kadar (evrimsel standartlara göre) bir kıtlık dönemine girme olasılığınız çok yüksekti ve vücudunuzda depoladığınız o kaloriler, yaşamla aranızda bir bağ oluştururdu. Eğer kendisine masraflı kas veya kemik dokusu üretme sinyali gönderen (ağırlık kaldırma idmanları gibi) birtakım meydan okumalarla karşı karşıya değilse, vücudunuz kolay yolu seçecek ve kalorileri yağ olarak depolayacaktır. Fakat ziyafeti hiçbir zaman kıtlığın izlemediği ve bedensel egzersizin neredeyse tamamen gönüllü olarak yapıldığı bir ortamda, o fazladan yağ dokusunu yok etmeyi başaramayız ve yaşımızla birlikte biriktirmeye başlarız.
Bu hasarın – şişmanlık veya obezlik şeklinde – sizi daha yüksek bir diyabet, kalp hastalığı ve diğer çeşitli hastalıklar açısından daha büyük risk altına soktuğu uzun zamandır biliniyor olmakla birlikte, neden ve nasıl olduğu ancak son zamanlarda anlaşılmıştır. Vücudunuzun değişik yerlerinde depolanan yağların değişik sağlık sorunlarına yol açtıklarını duymuşsunuzdur. Elma şekline sahip olmak (bira göbeği gibi, gövdenizin orta bölümünde toplanmış yağ), sizi büyük bir diyabet ve kalp hastalığı riski altına sokmakta, armut şekline sahip olmak (oturduğunuz yerde veya butlarınızda toplanmış yağ) ise, daha çirkin fakat sağlığınız açısından çok daha az zararlı bir görüntüye yol açmaktadır.
Bu ayrımın biyotıp açısından nedeni üzerinde konuşmak gerekirse, viseral ve subkütan yağların bulunduğu yerlerin farklılığından kaynaklandığı söylenebilir. Viseral yağ en çok vücudunuzun orta kısmında görülür, çünkü karaciğer ve böbrekler gibi önemli iç organların çevresinde birikir. Bunun aksine, subkütan yağ sadece derinizin altında bulunur ve bu yağ türü bazı yerlerde daha belirgin şekilde depolansa da, vücudunuzun her tarafında deri vardır.
Kabahati viseral yağın üzerine yükleyen daha yeni bir başka çalışma da, girişimselliği ve travma risklerini düşük düzeyde tutmak amacıyla sadece erişmesi görece kolay fakat kozmetik olarak önemli olan subkütan yağların alındığı, alınması çok daha zor olan viseral yağların ise geride bırakıldığı yağ emme operasyonlarının orijinal obezite ile ilişkili insülin direncinde bir iyileşme sağlamadığını doğrulamıştır. Paranın öbür yüzünde ise, yapılan birkaç çalışma, fazla kilolu insanlara düşük kalorili perhizler veya egzersiz programları uygulanmasının insülin dirençlerini baştan itibaren – daha genel ağırlıkları çok fazla etkileme şansı bulmadan önce, fakat viseral yağ düzeylerini azaltacak kadar zaman geçtikten sonra – önemli ölçüde düzelttiğini göstermiştir. İyi şans eseri, enerji ihtiyacı karşılanmadığı zaman ilk eriyen yağlar, viseral yağlardır.
Bilim insanları yağın doğasını giderek artan bir şekilde anladıkça, bunların hepsinin nedenleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Bir zamanlar yağ dokusu, tıpkı bagajınızda yedek bir benzin deposu taşırmış gibi, sadece hareketsiz bir depo alanı olarak düşünülürdü. Oysa artık yağın bazı hormonlar ve diğer sinyalleşme moleküllerini salgılayan ve onlara yanıt veren metabolik açıdan etkin, dinamik bir doku olduğunu biliyoruz.
Elbette bu durumda gelişmiş biyoteknolojiyi gerektirmeyen iki adet çok basit ve ucuz çözüm mevcuttur. Perhiz ve egzersiz. Fakat ne yazık ki, onlarca yıldır süregelen araştırmalar ve yüzlerce yıldır anlatılagelen olaylardan görüldüğü gibi, çoğumuz kiloları bir kere alınca geri vermek çok zor gelmektedir.
Günde 100 kalori tutarındaki bir enerji dengesizliği (yaklaşık bir adet orta boy bisküvi), ortalama bir insanın lise dönemi ile orta yaş arasında aldığı kiloların sorumlusudur ve bu yükü üstlenmek kolay olmasına karşın, çoğu insan için bu fazla kiloları atmak ve bir daha almamak çok zordur.
Durum çoğunlukla sık sık iddia edildiği kadar korkunç değildir – çalışmalar, aşırı kilolu her beş kişiden birinin uzun vadeli kilo vermeyi başarabildiğini göstermektedir ve araştırmalar bu noktaya gelmek için neyin gerektiğini ortaya koymuştur – fakat aşırı viseral yağın çok daha öldürücü olan metabolik sonuçları ve hâlihazırdaki obezite salgınının insanı şaşkınlığa uğratan boyutları nedeniyle yaşlanma hasarının bu şeklinin tedavisi kendi kendine yardım programlarına veya mevcut toksik gıda ortamımızı düzenlemeyi amaçlayan toplum sağlığı önlemlerine bırakılamaz.
Peşine düşebileceğiniz seçeneklerden biri, depolanmış fazla enerji sureti ile viseral yağı küçültmeye çalışmaktır. Bilim insanları elbette bunu yapacak ilaçlar geliştirmek için onlarca yıldır çalışmaktadır, fakat şimdiye kadar elde edilebilen orta düzeyde etkili ilaçlar sadece amfetaminlerdir ve bunların yan etkilerinin ve bağımlılık kazandırıcı özelliklerinin de beklentilerimizi karşılamadığı ortadadır.
Yaşlanan hücrelerin en bariz özelliği, çoğalma yeteneğini yitirmiş olmalarıdır. Fakat tıpkı yıpranmış zamparalar gibi, yaşlanmış hücreler de tekrar etkinleşebilmek için delicesine kendilerini canlandırmaya çalışırlar ve sağlıklı bir dokunun katılımcı birer üyesi oldukları zamanlarda sağlıklı işlevleri için çok önemli olmakla birlikte, aşırı miktarda bulunduğu takdirde kanserin gelişmesini teşvik edebilen maddeler salgılamaya başlarlar. Bu konuda devreye giren birkaç mekanizma vardır.
Yaşlı hücreleri yok etmenin yollarından biri, onların yaşlanmamalarını sağlamaktır. Bu iş, bitmiş telomerlerin telomeraz vasıtası ile uzatılması veya yaşlanma ile ilişkili proteinlerin yok edilmesi gibi çeşitli yollardan, hücre kültürü deneylerinde çeşitli şekillerde başarılmıştır. Fakat yaşlanmayı tersine çevirmek, kanser riskine yol açar, çünkü yaşlanan hücreler, genellikle hücrede meydana gelen, DNA hasarı, hiperaktif kanser teşvikçisi genler veya mutasyon başlamasına yardımcı olan çok kısa telomerler gibi potansiyel olarak karsinojen olabilecek değişikliklere bir yanıt olarak o şekle gelmişlerdir. Böyle hücrelerde çoğalma yeteneğinin tekrar kazandırılması, bizi yaşlanmanın tavasından alıp kanserin ateşine atmak olacaktır.
Devam edecek…
*Aubrey de Grey ve Ph. D., Michael Rae, 2010: Yaşlanmayı Durdurabiliriz (Ending Aging) -Kendi Yaşam Sürecimiz İçinde Yaşlanmayı Tersine Çevirebilecek Gençleştirme Devrimleri – ODTÜ Geliştirme Vakfı Yayıncılık ve İletişim A.Ş. Yayınları. Çeviren: Engin TARHAN. Özet: Halit Yıldırım
~ La Rochefoucauld
Bir cevap yazın