Seçme Sanatı
BÜYÜME SANATI, SONUNDA KENDİNİZ OLMANIZ İÇİN BASİT YOLLAR* (7)
İnsanın hayvana üstünlüğünün kanıtı, benzer seçeneklerin çokluğunda telaş etmeksizin ayırım yapmayı öğrenmiş olmasıdır. Derler ki, birbirinin aynı iki kova suyla karşı karşıya olan bir eşeğin kafasının karışması ve susuzluktan ölmesi olasıdır.
Seçme konusunda ne kadar çok şey öğrenirseniz gerçek isteklerle hatalı tercihler arasında ayırım yapmak o kadar kolaylaşır. Özgür seçim adına bunu hep yapıyoruz – her zaman beğendiğimizi bulmak için düzinelerce birbirine benzer üründen birini seçiyoruz. Yalnızca sahip olma istediğinin çok ötesinde, alışveriş yapmak, bir kendini idare etme ritüeli ve liste düzenleme bakımından cesur bir egzersizdir.
Bir hanım otuzbeş yaşına geldiğinde markette varolan yüzelli marka rujdan en iyisini seçmek artık onun için bir zorluk değildir. En sonunda bütün rujların aşağı yukarı birbirine benzer olduğunu anlamıştır ve onları bir tür koyvermişlikle alır. Aslında,yetişkin olduğunuz zamanı tam olarak belirleyebilirsiniz, dünyada hiçbir şeyin “en iyisinin” olmadığını anladığınız ilk an.
İyinin yeterince iyi olduğunu ve mükemmelliğin külfetli olduğunu keşfettiğiniz günü kutsayın. En iyisini elde etmek için neden yoldan çıkıyorsunuz? Neden herşeyi bozuyorsunuz? Yaşam, “en iyisi daha gelecek”, olduğunda tatlı.
Eşsiz ve mükemmelin peşinden koşmaktansa kendinizi yeniden oluşturmak için iyi gelişmiş yeteneklerinizi kullanın ve kalıtımınızın sınırlarına karşı koyun. “Yapılacak ilk şey Paris’te doğmaktır” diye espri yapmıştı, bir keresinde frapan moda despotu Diana Vreeland. Bu tek yorumuyla “pek iyi olmayan talihini”, bir defada gözler önüne serip dalga geçmeyi de becerdi. Paris’te doğduğu ve zengin aristokrat ebeveynleri olduğu halde kendi ifadesiyle oldukça gösterişsiz “çirkin küçük bir canavardı”.
Fakat, biyoloji kader değildir. Diana Veerland, Fransız değil, Amerikan, hantal değil, zarif, eski dünyalı değil, inatçılıkla modern olmayı seçerek çağının en stil sahibi, en esprili ve en cazip kadını oldu. Onun gibi, biz de kendimizi “bundan sonra ne olacaksa bizim sorumluluğumuzdadır” bilgisiyle yeniden yaratabiliriz. Şimdiki kusurlarımızın ve gelecekteki beceriksizlerimizin sorumluluğunu kabul ettikçe asla koşulların kurbanı olmayacağız…
Yaşlandıkça onyıllar öncesinde yaptığımız kötü seçimleri de kucaklasak iyi olur. Öyle ya! En az zekice olan kararlarımız geleceğimizi şekillendirdi. Aslında, bu çok da kötü bir haber değil. Aslında, sonradan anlaşılıyor ki, en kötü yanlışlarımızın bazıları dahice vuruşlardı.
Yanlış bir kimseyle evlendiniz örneğin, ama bu birleşmeden harika çocuklarınız oldu. Yararsız bir antropoloji doktorası için beş yıl emek verdiniz ama bundan dolayı daha iyi bir avukatsınız.
İyi ya da kötü kişisel tercihlerimizin kümülatif etkisi hayatımızın her yönünü ve başkalarının yaşamlarını da etkiledi. Biz kardeşlerimizin bekçisiyiz. Dalay Lama’nın söylediği gibi, ulus ulusa, insan insana, insanlar bütün duyarlı insanlara karşı sorumluyuz. Günümüzde hava bile bizim sorumluluğumuzda. Küresel ısınma söz konusu olduğuna göre hava çok sıcak, çok soğuk, çok kuru ya da çok yağmurlu olduğunda – İspanya’da yağmur ovada yağdığında artık “itiraz edemeyiz” iddiasında bulunamayız.
Kalıtımımızı seçemeyiz, fakat yüreklenin: Hatalarımızı seçebiliriz ve bunu yaparak yarın olabileceklerin başarısını üstlenebiliriz.
DÜALİSTİK YAKLAŞIMIN ÖTESİ
Devamlı olarak en iyisini arayış mükemmelliği kovalama değildir, en üstte olanla en altta olan arasında bir düalite yaratmaktır, kim ödülü alacak, kim almayacak, gelişme nedir, ne değildir.
Herşey çocuklukta başlıyor. “Parka gitmek istiyor musun?” diye sorulduğunda iki yaşındakiler “Hayır” demenin ne zevkli olduğunu çabuk öğrenmişlerdir. Onları suçlayamazsınız. İlk red hakkı onlara zaman kazandırır. Kararlarında israrlı oldukları sürece bu küçük zorbalar kontrol altında demektir. “Hayır”ın onlara tekrar düşünme, kararlarını gözden geçirme ve hoş olmayan sonuçlarını tahmin etme şansı verdiğini keşfederler.
Diğer kültürlerde bızdıklara “Evet” ya da “Hayır” deme şansı asla verilmez. Ebeveynler bebeklerini kendi kişisel kararlarının iyi ya da kötü sonuçlarıyla esirger. Ama burası Amerika, burada çocuklarımıza bireysel seçimlerinin doğruluğunu denemenin önemini öğretmeye inanıyoruz.
Dört yaşına gelene dek çocuklar bir sonraki aşama için hazırdır. Doğru karşısında yanlış bilmecesi. Bu dualistik kavram hem ebeveynler hem de çocuklar için büyük bir endişe kaynağıdır. Bugüne dek, hiç kimse bir kerede “doğru” ve “yanlış” arasında, “doğru” ve “yanlış değil” arasında ya da “yanlış” ve “doğru değil” arasında bir seçim yapmayı açıklayamamıştır. Yüz elli yıl önce Alexis de Tocqueville, bu ülkede yararlı olanın ender olarak yanlış addedildiğini söyleyerek konuya bir yaklaşımda bulunmuştur.
Ergenlik çağından sonra, adolesanlar, akran baskısı olduğu durumlarda kötüye karşı iyiyi seçmeleri beklendiğinde, dualistik cehennemin en iç çemberine çekilirler. Bir soyut fikirle daha “.. ine, mine, dosi…” oynamaya isteksizdirler ve kestirme çözümlere gidebilirler, neye yol açabileceği belli olmayan. İyi hissettiren şeyleri “illegal”, kötü hissettirenleri de “illegal değil” olarak hesaba alırlar.
Böylelikle, rehberleri olan bizlerde olduğu gibi, ahlaki bir ikilemle, çocuklarımızı yuvadan atarız, kızartma tavasından ateşe.
Daha sonra, otuz kırk yaşları arasında, genç erişkinler bir insanın kaderinin bir seri evet ya da hayır, doğru ya da yanlış ve iyi ya da kötü yanıtıyla belirlenmediği gerçeğiyle uzlaşır. Bu büyük illüzyondur. Yaşam, çoktan seçmeli bir testtir.
Bu kavrayışla, çocuklar büyüklere dönüşür. Akranlarımız olur ve onlarla oturup bazı konularda fikir alışverişi yaparken bir ya da iki gülüşmeyi de paylaşırız. O anda, büyük bir içtenlikle, hepimiz bir ve aynı olarak kaynaşırız.
Dünyayı Kurtarmak için bir Yol
Dünyayı kurtarmanın bir yolu onu zihninizde saklamaktır.
Gördüğünüz herşeye tanık olun.
Birşey kaçırmayın.
Ağlayan bir bebeği hiçbir şey teselli edemediği zamanda yanında olun.
Bir arkadaşınız size hakaret de etse olduğunuz yerde kalın.
Birinin yardıma ihtiyacı varsa yüzünüzü çevirmeyin.
Hem acının hem de merakın belirlenmiş gözlemcisi olun.
Empire State binasının tepesinden manzarayı kontrol edin.
Roma’ya gidin. Ya da Kudüs’e. Ya da Mekke’ye.
Bir Paris cafesinin terasında saatlerce oturun.
Bütün o anları zihninize nakşedin ve yalnızca sizin bildiğiniz bir yerde gizleyin.
Sonra da kendinize çok iyi bakın.
Siz dünyanın kileri; okuma odası; hazine mağarasısınız.
* Veronique Vienne, The Art of Growing Up. The simple ways to be yourself at last
~ Gene Cohen
Bir cevap yazın