Orta Yaşlı Olmak…
Bu Bizim Zamanımız mı?
Tanınmış gazeteci ve yazar Angela Neustatter orta yaşlı olmayı kabullenmenin ne demek olduğunu anlatıyor:
Kırkıncı yaş günümü yüksek bir moralle, dar ve gösterişli bir elbiseyle kutladım. Kırkbeş yaş bana farklı bir dönemmiş gibi gelmedi.Beni, Ogden Nash’ın “Orta yaş keyifli, onu yaşamayı seviyorum” sözündeki gibi neşeyle yaşarken yakalayabilirdiniz. Fakat sonraki yaşgünüm dank ettirdi, birden sarstı: Önüne geçilemez bir şekilde orta yaşlıydım ve elli, sonra altmış ve …yaşlılık yolundaydım. Ve bunu sevmedim.
Yalnızca savaş sonu fazla doğumdan kaynaklanan dev bir demografik grup (8.2 milyon) olmak değil, aynı zamanda bu yaşlarda, bizden önceki herhangi bir kuşaktan daha eğitimli, daha fit ve daha gençlik dolu (çoğu bu yaşa asla ulaşamadı) olduğumuz dikkate alınınca bu çılgınlık, değil mi? Ve medya film ve sahne yıldızlarının olgun cazibesine, mimar Richard Rogers ya da Germaine Greer çağının büyük yazarları gibi, yaşlıca vatandaşların yeteneklerine giderek artan bir şekilde odaklanmış görünüyor. Anlamsız olarak daha çok yaş ayırımcılığı sorunu görüyoruz.
Ancak, bu kadar da basit değil. Başlangıçta ana yaşam amaçlarının hepsi yaşamın birinci yarısında onu şekillendiriyor ve bize bir tür gelişimsel rehberlik sunuyor: gençlikten erişkinliğe geçiyoruz, eş seçiyoruz, çocuk sahibi oluyoruz, bir kariyer ya da yaşam tarzı oluşturuyoruz. Ve aniden çocukların büyümüş ve bağımsızlık peşinde oldukları bir noktaya ulaşıyoruz ve bu, sona benzeyen bir duygu uyandırabiliyor. Evliliğimiz ya da ilişkimiz merkezdeki çocuklarımız olmayınca boş görünüyor ve boşanmalar da bu aşamada hızla artıyor. Gençlikte can atarak beklediğimiz önümüzde uzanan bu yere gitmek istemiyor olduğumuzu ansızın hissedebiliyoruz.
Ayrıca aynaya bakıp kırışıklıkları, buruşuklukları, çizgileri ve kaz ayaklarını görme konusu da var. Ve her ne kadar onlara, yaşanmış hayatın, kazanılmış deneyim ve bilginin mirası deseniz de altın standardı onlarca yıldır gençlik olan bir toplumda bunlar yaşamı çok tatsız hissettiriyor.
Yani, bir çok insanın onca yıldır yuvaları olan gençlik kampını terk etme ve bir yaşlı olmaya hazırlanmak zorunda olduklarını itirafta inkar, korku isteksizlik yaşamaları şaşırtıcı olmayabilir. Bende bu durum oldukça büyük bir içsel çalkantı yarattı. Kitabım “This is Our Time – The Challenge of Mid-Life” (Bu Bizim Zamanımız- Orta Yaş Sorunları) için 40-65 yaşlar arasında 150 kadın ve erkekle söyleşi yaparak araştırmaya başladığımda yalnız olmadığımı anladım. Gazeteci Cindy Anderson bu mahrum edilme duygusu çelişkisini seslendirdi: “Herkes gençlerin ne olduğunu bilir: Herkes yaşlıların ne olduğunu bilir. Orta yaşlı insanların ne olmaları beklenir? Bütün bildiğim Mantovani için çok genç olduğum ve Nirvana için de çok yaşlı.
Angela Neustatter; “Orta yaşta, o ana dek bütün yaptıklarımızın içinde olduğu ilk kanvası alır, sarar ve saklamak için güvenli bellek kutumuza koyar ve sonra yeni bir kanvas açarız”diyor.
Amerikalı yazar Mark Gerzon; “İçimde, büyümeyi tamamladın, oldun diyen sesle hayatın ne olduğunu anlamaya daha yeni başlıyorsun diyen ses arasında devameden bir savaş var” diyor.
Ve şimdi önemli nokta: Eğer, Erik Erikson, Abraham Maslow ve Carl Jung gibi büyük gelişimcilere bakarsak, onların hepsi orta yaşı anahtar yaşam aşamalarından biri olarak görüyor ve gelişimsel görevimizin, yeni rolümüzde kendimizi sevebilecek, yıllar içinde öğrendiklerimizin ve harmanladıklarımızın değerini görebilecek ve gelecek kuşaklar için iyi rol modelleri olabilecek yaşlılar olmayı öğrenmek olduğunu söylüyor.
Her ne kadar, gerçek bir karmaşa, bir kayıp duygusu ve dürüstçe söylemek gerekirse, gitmek istemediğim yöne itilmişliğin uyandırdığı bir kızgınlık yaşadıysam da önümüzdeki zamanla ilgili fikirler, hevesler, hayaller ve olanaklar ortaya çıkardıkça, bu dönemle ilgili gerçek bir iyimserlik keşfettim ve sanki bir perde çekildi ve yapmak ve deneyimlemek istediğim bir sürü şey gördüğüm mutlu ve yaşamsal bir bakış açısı kazandım.
Benim önerim, yaşamı hayat hikayemizin resmedildiği iki kanvas olarak görmektir. Orta yaşta, o ana dek bütün yaptıklarımızın olduğu ilk kanvası alır, sarar ve güvenle saklamak için bellek kutumuza koyarız ve sonra yeni bir kanvas – yeni bir başlangıç- açar ve o kanvasta evrimlenecek yeni resimde ne olmasını görmekten hoşlanabileceğimizi düşünürüz”.
Yaşlanmanın acısız bir süreç olmadığından kuşkuluyum, ancak, büyüyen kendimizi sevmeyi öğrenebilirsek ve kaybettiklerimizi değil de kazandıklarımızı görürsek çok da heyecanlı olabilir bu dönem. Saygın parlamenter Barbara Castel’ın yetmişli yaşlarını yaşarken bana söylediği “Yaşlılık sizi bulmaz, siz yaşlılığı bulursunuz”sözünün çok anlamı var.
~ Katharine Hepburn
Bir cevap yazın